KENDİ KALENİ İÇERİDEN YIKMA
KENDİ KALENİ İÇERİDEN YIKMA
HATİCE FAHRUNNİSA
Her insan düşebilir. Bazen yorgun hisseder. Hepimizin zayıf anları olur. Korkabiliriz. Elimizin kolumuzun bağlı olduğunu hissedebiliriz. Bu hayatın doğasında var. Eksik ve noksan yaratılmış varlıklarız neticede bununla yüzleşemesek de. Ama mesele burada bitmiyor. Asıl soru şu.
Düştüğün yerde yaşamayı mı seçiyorsun?
İşte o zaman mesele fiziki olmaktan çıkıyor, karaktere dönüşüyor. İnsan acizliğe alışırsa, bir süre sonra o acizliğin konforunu yaşar. Korkuya razı olursa, o korkunun gölgesinde nefes almayı hayat zanneder. Acizlik, zayıflık ve korkaklık aslında bir bahane değil seçimdir. İnsanın kendi kalesini içeriden yıkan seçimlerdir bu haller.
Hz. Musa'nın kavmine bakalım. Firavun’un zulmünden kurtulmuşlar, denizi geçmişler ama buna rağmen ne zaman savaşmaları gerekse geri adım atıyorlar. Diyorlar ki:
“Ey Musa! Git, sen ve Rabbin savaşın. Biz burada oturacağız.” (Maide, 24)
Ne demek bu? Allah bunca mucize göstermiş, denizi yarmış ama onlar hâlâ korkularının arkasına saklanıyorlar. İşte bu, sadece korkmak değil, korkuya sığınmak, korkuyu hayat felsefesi yapmak…
Bugün de aynı durumdayız. Hakkı söylemek yerine “beni ilgilendirmez” diyoruz. Zorluk görünce “benim işim değil” deyip geri çekiliyoruz. Bu da acizliktir. Ama öyle saf, masum bir acizlik değil. Bu, onursuzlaşmış zelil bir kaçıştır.
Peyami Safa, “İnsan neyle yaşar?” sorusuna cevap ararken, zayıflığın insanı nasıl içten içe çürüttüğünü anlatır. “Matmazel Noraliya'nın Koltuğu”nda karakter, kendi içindeki çatışmaları çözemedikçe daha da batar. Çünkü zayıflık sadece dış etkilerden gelmez, insanın kendine yüklediği zincirlerden gelir. Yine çok sevdiğim ve güzel bir örnek olacağını düşündüğüm Kafka’nın Gregor Samsa’sı da bir sabah böcek olarak uyanır. Ama aslında yıllardır bir böcektir de o sabah artık aynaya bakmıştır sadece. Zayıflık işte böyle bir şeydir. İnsan zayıflığı önce hissetmez, sonra alışır, sonra da kendine yakıştırır.
Mağdur rolü, en tehlikeli tutsaklıktır. Bugünün psikolojisi şunu net söylüyor. İnsan tekrar eden başarısızlıklar karşısında bir süre sonra öğrenilmiş çaresizlik yaşar. Artık denememeye başlar. Çünkü denemek, umut etmek demektir. Ama umut, acı çektirir. O yüzden insanlar pasifleşmeyi, teslim olmayı tercih eder. Çünkü bu davranış diğerine göre daha az acıtır. Aslında görse ki bunun bedeli daha büyüktür, çözüm geliştirecektir. Karakterin ölümüne razı olmayacaktır.
Bunu başaramadığında bir süre sonra kişi kendi zayıflığını kutsar. “Ben böyleyim” cümlesi, aslında en acımasız tutsaklık zinciridir. Farkında bile olmadan kendini küçültür. Yetmezmiş gibi, kendini bilmek için çırpınanları da rahatsız eder. Kendi kabuğuna çekilmekle kalmaz, başkasının yükselmesini de içten içe istemez. Çünkü düşen, herkesin düşmesini ister. Oysa birini aşağı çekmek kolaydır. Zor olan onun bulunduğu yere doğru yol almaktır.
Korkaklık ise, sadece eylemsizlik değil hakikate ihanettir. Korkak insan, sadece pasif değildir. Korkak kişi, çoğu zaman yanlışın ortağıdır. Çünkü susmakla zulmü büyütür, geri çekilmekle haksızlığı meşrulaştırır.
Bugün sosyal medyada, sokakta, iş yerlerinde, en çok olan şey ne? Korkaklık. Herkes biliyor neyin yanlış olduğunu ama kimse elini taşın altına koymuyor. Çünkü riskli. Dışlanabilir. Konforu bozulur. O zaman ne oluyor? Zalim konuşuyor, mazlum susuyor. Hakikat ise maalesef çürüyor.
Yeniden doğmak için yıkılmaya cesaret etmeli insan. Şunu bilmeli ki kendini kırmadan kendini bulamazsın. Bazen eski benliğini yıkman gerekir. Alışkanlıklarını, korkularını, ezberlerini... Kendi kendine şunları söyleyebilmelisin. “Evet, ben korktum. Ama artık yetti. Bu böyle devam edemez.” İşte bu, uyanıştır. İrade orada başlar. Ruh orada ayağa kalkar. Orada dimdik kıyamda durursun.
Gücün yoksa cesaretin olsun. Eğer cesarettin de yoksa susma hakkın bile olamaz. Hayat bir savaş. Kimi dışarıda, kimi içeride. Ama her savaşta bir tercih vardır. Ya acizlikle, zayıflıkla, korkaklıkla bir ömür geçer ya da kırık dökük bir cesaretle, yalpalayarak ama dik yürünür.
Kendimize şunu sormalıyız belki de “Ben neyin adamıyım? Bahanelerin mi, yoksa direnişin mi?”
Bu soruya verdiğin cevaba göre yaşayacaksın.
Ve unutma, hayat senin gözlerinin içine baka baka geçiyor.
Cesaret etmezsen, yalnızca yaşlanırsın, ama hiç yaşamamış olursun.
Yorumlar