TANRI’DAN VEKALETNAME: HANGİ NOTERDE YAPTIRDINIZ?

TANRI’DAN VEKALETNAME: HANGİ NOTERDE YAPTIRDINIZ?
SERKANT DERVİŞOĞLU 

Bazen sorun teşkil eden davranışlarımızın karşı tarafa zarar verdiği konusuna çok odaklanırız. Çünkü sonucunu, karşı tarafta bir şekilde doğrudan ve dolaylı olarak görmek ve hissetmek mümkündür. Ondan gelecek tepkilerden dolayı ve etrafta yaratacağı dalgalar daha fazla insana ulaşacağından, zihnimizde oluşturduğumuz hayali olaylar silsilesi — adeta kendi dünyamızda savaş hazırlıkları yapan askerler gibi — türlü stratejik kararlar ve planlar döndürürken buluruz kendimizi.

Açıkçası anlatırken bile yoruldum, Küçük Prens.

Sen yorulmadın mı zihninde bu saçma diyalogları kurarken ve onları beslerken? Sanırım, Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin önündeki kuşları beslemek gibi bir tatmini var bunun. Orada, hazırda duran gizemli mitsel bir sembolün temsili olan o amcada, vehimlerimizi ve kuruntularımızı alıp oluşturduğumuz hayali kuşlara sürekli yem atarak vakit geçirmek; ama cami avlusuna bir türlü adım atamamak olsa gerek.

O amca da ne gizemlidir. Tek kişilik bir stand cami önünde durur. Adamın günahını da almayayım şimdi; salih biri de olabilir. Kim bilir... Zanda bulunmak, bir şekilde yargılamak bizi başka bir boyuta taşır — yani kendimizin dışındaki bir alana. Hakkında hiçbir bilgimiz olmadan hüküm vermemiz, bizi zincirleme bir diyalog döngüsüne iter. Zan, kusur aramak ve gıybetle beraber gönlümüzde nasıl kök saldığını; gizli kibrin yüceliğiyle kendimize nasıl bir taht kurduğumuzu fark etmeyiz.

Her şeyle ilgili bir hikâye yazmak, hikâyemizdeki kişileri de istediğimiz gibi — adeta bir tanrıymışız gibi, kalplerinden geçeni bilircesine — konuşturmak, su içmek ve nefes almak kadar kolay hale gelmiş. Bu kadar basit... “Şu şöyle, bu böyle, şundan yaptı,” diye konuşmak...

Kulağa bunların hepsi bir araya gelince korkunç geliyor. Ne yapıyoruz? Neden böyle davranıyoruz? Kendimize özel bir alan mı açıyoruz? Sözü geçen, hüküm dağıtan, kendi kusurlarını örtmeye çalışan biri mi oluyoruz?

Temelinde korku yatıyor olabilir — yanlış görünmemek için. Kontrol ihtiyacı, kendini güvende hissettiği alanı korumak isteğinden doğuyor olabilir.

Daha da sayabilirim ama özetle, bunun en büyük zararının yargılayan olarak bize olduğunu unutmamak gerekiyor. Tarihte en tipik örnekler var: Hz. Peygamber’in amcası cennetlik mi, cehennemlik mi meselesi gibi. Birisi cennete gönderiyor, birisi cehenneme... Bu, avamın ağzında gezen bir “sakız orucu bozar mı” meselesi değil sadece; kelam ilminin uleması bunu ciddi ciddi masaya yatırmış.

Allah selamet versin bu zatlara ama Allah razı olsun Hz. Peygamber’in amcası Ebu Talib’ten. İnce ve yumuşak huylu, merhametli, kâmil, halim, tevazu sahibi, cömert, misafirperver, haya sahibi, kalp cömertliği ve temizliğiyle cesur bir adamdı. Kaç kişide var Allah aşkına bu özellikler? Her türlü tehlikeye rağmen sahip çıktı Efendimize.

Şimdi, bu adamcağızın ahiretinin hesabı sofrada meze yapılır mı yahu?

Bir de bize ne! Bu davranışın altında bile kontrol etme, muhafaza etme, güvende kalma ve ayrıcalıklı olma arzusu yatıyor olabilir. Çünkü fazla yüce gönüllülük, senin çizdiğin sınırları ortadan kaldırabilir.

Peki, inandığımız Allah’ın sınırları hakkında ne kadar fikrimiz var? Mutlak olmadığı için kudretimizin yettiği kadarını sınırlıyor, sanki kendimiz yaratmışız gibi davranıyoruz.

Tanrı’dan vekâlet almış gibiyiz.

Ne zaman verdi sana bunu, hangi noterde yaptırdın?

“Kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takvalı olduğunu en iyi bilen Allah’tır.” (Necm 53:32)

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :