HİÇ DÜŞMEMEMEK DE BİR TÜR SÜRÜNMEKTİR

HİÇ DÜŞMEMEMEK DE BİR TÜR SÜRÜNMEKTİR
HATİCE FAHRUNNİSA

Aşağı düşmek korkusuyla tüm zirveleri kaçırıyorsun. Bu incitici korkuyla yaşıyorsun. O yüzden hiç tırmanmıyorsun. Çünkü senin için önemli olan yükseklerde bulunmak değil düşme ihtimali.
Ne garip değil mi? Zirveye çıkmaktan çok aşağı inme senaryolarıyla meşgulsün. Adım atmıyorsun çünkü sende kontrol takıntısı var. “Bildiğim yerden şaşmam” diyorsun ısrarla ama o bildiğin yer zaten bataklık. Yani düşmekten kaçarken çoktan gömülmüş oluyorsun aslında.
“Risk alma” diyorsun kendine. Güvenli bölgelerde saklıyorsun kendini. İyi de o güvenli gördüğün yer seni küçültüyor. Yontuyor. Ancak farkında değilsin. Alıştırmışsın nefsini ezbere alkışlara, içi boş baş sallamalara ve hedef barındırmayan iddiasız günlere. 
“Yeter ki düzenim bozulmasın” diyorsun fakat asıl mesele o değil, şu. Senin zaten kıvam bulmuş bir düzenin yok. Sadece içi kof tekrarların var. Zirve çağırıyor seni oysa, habire kulaklarını tıkıyorsun. Çünkü biliyorsun ki yukarı çıkarsan sorumlulukların artacak. Yüksekte olmak, aşağıdakilere selam vererek değil arkanda ayağına takılanları bırakmayı göze almakla olur. Bunu da yapamıyorsun. Kendinle bağlısın çünkü. Cesur değilsin zira konfora bağımlısın.
Hayat bir ip cambazlığıysa eğer, sen ipin üstüne bile çıkmadan düşmekten korkanlardansın. Yani rezil olma korkusuyla hiçbir zaman parlak olamıyorsun. Gülünç duruma düşmemek için hiç dikkat çekmeyen bir birey olmayı seçiyorsun.
Ama şunu unutuyorsun. Zirveye çıkanlar sadece yüceleri değil, aynı zamanda kendilerini de bilirler. Sen kendini bilmeyi kendinden bile sakınıyorsun.
İyi görünmek istiyorsun. Bunun için ise hiçbir şey yapmıyorsun. Yani senin derdin gelişmek, dönüşmek değil, fark edilmeden yaşayıp hayattan usulca silinmek. Sen yok olurken bile bunu kimse anlamasın istiyorsun. İşte bu yüzden seni kimse hatırlamıyor.
Zirve cesaretli bir yürek ister. Ve senin kalbini harekete geçirecek cesaretin yok. Sadece nafile sığındığın bahanelerin çok. Hepsi bu.
Peki, şimdi ne yapacaksın? Ne yapmalısın?
Kalkacaksın silkinip. Ama bu öyle yataktan kalkmak gibi mahmurca değil. Kendinden kalkacaksın evvela. O uyuşmuş halinden, pas tutmuş düşüncelerinden, konfor diye sarıldığın çürümüş ip misali alışkanlıklarından vazgeçip kalkacaksın. Kime neyi göstermekten ürküyorsan tam da orayı belirginleştirip göstereceksin. Zayıflığını, eksikliğini, beceriksizliğini… Çünkü sakladıkça büyüyor bu utanç. Oysa gerçekte üstüne gittikçe küçülüyor. Sönümleniyor.
Riski göze alacaksın, kaçarı yok.
İlk başta sendeleyeceksin, evet, rezil de olacaksın belki. Ama en azından yaşayan biri olarak hissedeceksin kendini. O plastik güvenli olmayan güvenlik duvarlarının arkasında değil dikenli yolların tam ortasında… Gözünü karartacaksın biraz kendin için. Herkesi memnun etmek zorunda değilsin. Bu mümkün de değil zaten. Sen bu alanda kaldığın sürece kimse seni sen olduğun için sevmeyecek. Onlara göre davrandığın için seviyor görünüyorlar. İşte o yüzden kendini bıraktığın an onlar da seni bırakacaklar dünden. Bıraksınlar ne çıkar. Sen, onlardan önce kendine sadık olduktan sonra. 
Yalnız kalmaktan da korkuyorsun, biliyorum. Ama şunu da bil. Kendine ihanet ettikçe zaten yalnızsın. Yanındakilerle değil kendi yalnızlığınla uyuyorsun her gece. Ve her sabah kalktığında görüyorsun ki içinden birileri biraz daha ölüyor. Senin yapacağın ilk şey o öleni diriltmek. Onu kolundan tut, “KALK” de. Savaşa çağır kendini. Cehdini ateşle. Zirve kolay değil. Ama yerin dibi gibi de hepten bedava değil.
Bir seçim yapacaksın, yapmak zorundasın. Ya yükseği göze alarak tırmanacaksın ya da hep aşağıdan bakmaya devam edeceksin.
Ve son olarak şunu da unutma. Düşmekten korkanlar, hep düşerler, hayat boyu sürünürler. Sen hangisisin? Buna karar ver.
Peki kurtulunca ne olacak biliyor musun?
Önce derin ve dipsiz bir sessizlik olacak. Ama bu öyle boş, anlamsız bir sessizlik değil… Sana ait, seni tanımlayan sancılı bir sessizlik. Kimsenin hükmü geçmeyen bir yer burası. Ne “annenden miras korkular” ne çevrenden aldığın "ayıp olur”lar, ne toplumun sana giydirdiği sınırlayıcı daracık kalıplar… Hiçbiri işlemeyecek artık. Çünkü sen bundan böyle kendine geçmiş, katılmış olacaksın. Omzundan sadece bir yük değil, çökerten bir kambur inecek. Kimseden aferin beklemeyeceksin. Kendi iç sesin “aferin sana aferin” diyecek. O ses var ya, her alkıştan, her takdiri cilalı laftan daha gerçek gelecek.
Kendini ilk defa sırf onaylanmış değil, olmuş, olgunlaşmış hissedeceksin. Birini taklit etmeden kendin olarak konuşacaksın. İçinden geldiği gibi, yarım yamalak bile olsa. Çünkü artık cümlelerinin ölçüsü doğruluk olacak, hakikat eksenli olacak, sadece etkiyi gözetmekten vazgeçeceksin.
Yapmacık değil, sahici olacaksın. Ve sahicilik, en büyük ayrıcalığın olacak. Sen samimi isen zaten yalnız kalmazsın, yoldaşların seni bulur. Çünkü gerçek insanlar kendileri gibi gerçek olanları, organik olanları arar. 
Evet, seni bulurlar. Bir sabah uyanacaksın, aynaya bakıp “işte bu benim” diyeceksin. Ne olduğunla barışık ne olmadığını da açıkça bilen bir hâl üzere güne katılacaksın. Ne eksikliğini saklayan bir biçare ne de fazlalığıyla övünen beyhude biri olmaktan arınacaksın.
Dengeyi yakalamış, düşüncelerinde net ve eylemlerinde özgür…
Sonra yürüyüşün değişecek. Tevazulu bir vakar ile dipdiri , dimdik yürüyeceksin kendi ufkuna.
Kıpırdayan sadece bacakların değil artık kararın olacak, iraden olacak, cesaretin olacak. Korkular hâlâ orada duracak belki ama sen artık onların çaresiz esiri değil kararlı yöneticisi olacaksın.
Bir hedefin olacak ama bu hedef başkalarını geçmekle sınırlı olmayacak. Kendini geçmek olacak. Dünün zayıf yanlarını bugünün aklıyla tokatlayarak kendine getiren bir kıvamda olacak.
Ve kararlılıkla, sabırla, sebatla… Adım adım tırmanacaksın. Kimseden bin büklüm eğilip “izin” almadan, kimseden gözünün içine bakıp “onay” beklemeden.
Ve en sonunda…
Zirveye varacaksın. Ama manzara seyretmeye değil kendini var kılmak için çıkmış olacaksın oraya. İşte o zaman anlayacaksın. Aşağı düşmemek için yaşadığın her gün aslında kendinden eksilttiğin gündü.
Ve şimdi? Geç değil. Hadi, kalk. Bak burası dip değil. Ama öyle hissettiriyor çünkü sen hep kendini kendinde bastırdın. Zirveye çıkmak sadece cesaret değil aynı zamanda sahih bir karar meselesi.
Ve o karar da bir anda gelir. 
Mesela şimdi.
Tam şu an.
Daha ölmedin.
Bitmedin.
Yoruldun sadece.
Ama yorgunluk, bırakmak için bir sebep olmak yerine artık başlamak için esaslı bir sebep. Hâlâ içinde kıpırdayan o bir şey var ya hani geceleri içini içinden kemiren, hani gözlerini dolu dolu yapan, hani sen sustuğunda bile konuşan...İşte o, senin kendi sesin. Bunca gürültünün altında hâlâ ölmemiş. Dinle.
Başaramazsan ne olur biliyor musun? Hiç.
Denememiş halinden daha fazla acıtmaz. Ama başarırsan... İşte o zaman bir dağın tepesine değil, kendinin ta içindeki zirveye çıkmış olursun.
Hadi. Bir yere varamayabilirsin belki ama bir yere ait olabilirsin.
Kendine…
Geç değil. Ama sonsuza kadar da erken olmayacak. Hadi kalk. Saklandığın yerden çık, ertelediğin hayata katkı ver, yuttuğun kelimelerden dışarı sal. Çünkü seni bekleyen şey artık yukarıda değil. 
TAM BURADAN YUKARIDA.
 

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :