DUYGUSAL SAVURGANLIK
DUYGUSAL SAVURGANLIK
HATİCE FAHRUNNİSA
Günümüz dünyasında sürekli olarak bize "duygularını yaşa" diye fısıldayan bir popüler psikoloji bombardımanı var. Ancak kimse, o duyguların direksiyona geçip hayatımızı bir uçurumdan aşağı sürmesi riskinden bahsetmiyor.
Duygusal zekânın zirve yaptığı iddia edilen bu çağda çoğumuz duygusal tepkilerimizin iki ucunda savrulup duruyoruz. Ya ifratın alevlerinde yanıyoruz ya da tefritin buzluğunda donuyoruz. Ve ne yazık ki ortası, yani denge, çoğumuz için kayıp bir kıta.
Duygusal ifrat, yani aşırıya kaçma hali günümüz sosyal medyasının en sevdiği gösteridir. Bu, basit bir hayal kırıklığına karşı ortalığı ayağa kaldırmak, en ufak bir eleştiriye karşı dünyayı başına yıkmak ve her küçük olayda "Benim hayatım mahvoldu!" dramasına sığınmaktır.
Ve biz duygularımızı bir termostat gibi ayarlamak yerine, onları bir nükleer reaktörün kontrol çubukları gibi kullanırız. İlginç olan şu ki algılarımın doğru olduğu zannına kendimizi o kadar kaptırırız ki öfkelerimiz kontrolsüz bir patlamaya dönüşür. Üzüntülerimizse tüm hayatımızı felç eden bir melankoliye.
Bu durum sadece kendimize değil, çevremizdeki herkesin duygusal enerjisine mal olan bir durumdur. Peki bu neden oluyor?
Çünkü duyguyu hissetmek bize yetmiyor. Göstermek ve onaylatmak zorunluluğu hissediyoruz. Oysa gerçek duygusal olgunluk bu değildir. Sadece "görünürlük" arayışıdır. Bu, kendini düzenleme kası gelişmemiş, şımartılmış bir ruhun dramatik çığlığıdır.
Spektrumun diğer ucundaki duygusal tefrit hallerimiz ise bir nevi savunma mekanizmaları gibi bir zırhtır ve bizi içten içe yiyip tüketerek bir çürümeye neden olur. Genellikle "güçlü görünme" ya da "mantıklı olma" yanılsamasıyla duygularımızı buzdolabına kaldırma sanatıdır. Bu durum itibar etmemek değildir. İçeride gösterilen tepkiyi kaldıramayız. Başa çıkamayız ve buzluğa kaldırırız.
Bazen bir kriz anında bile o kadar soğukkanlı ve mesafeli davranırız ki , sanki olay bizde değil de yan masadaki biriyle yaşanıyordur. Fakat içimizde yaşanan kaostan kimsenin haberi yoktur.
Tefrit, duyguları zayıflık olarak kodlayan hissetmeyi riskli bulan bir savunma mekanizmasıdır aslında. Ağlamak yerine alay ederler, korkmak yerine öfkelenirler ve en önemlisi, yardım istemek yerine kendilerini izole ederler. Dışarıdan sağlam görünen, ancak içeride koca bir duygu denizinin buz tuttuğu bir zırh gibi değil mi ?
Bu bastırılmış duygular, zamanla bedensel hastalıklara, kronik gerginliğe veya aniden, hiç beklenmedik bir anda patlayan devasa bir tepkiye yol açar. Duyguları yok saymak, onları yok etmek zannederiz. Fakat onları yerin altına gömüp, bir gün yanardağ gibi patlamalarını beklediğimizin farkında bile değilizdir.
Peki Ya Normali?
Şimdilerde buna “Denetimli Güç” diyorlar. Ne ifratta ne de tefritte olmak sağlıklı bir yaşamın işaretidir. Sağlıklı olmak, duyguları bir sel gibi serbest bırakmak ya da bir beton duvarla hapsetmek değil; onları tanımak, kabul etmek ve amaca uygun bir güç olarak kullanmaktır.
Buradaki anahtar kelime merkezlenmedir. Bu, duygusal fırtınanın ortasında bile zihinsel ve ruhsal ağırlık noktamızı kaybetmemektir. Merkezlenmiş bir birey, öfkeyi hisseder, ancak tepkisini seçer. Üzüntüyü yaşar, ancak işlevselliğini kaybetmez. Bu merkezlenmiş duruş, sadece duyguları değil, aynı zamanda o duyguları tetikleyen düşünce kalıplarını ve olaylara dair algıları da kontrol edebilmeyi gerektirir. Duygunun gelip geçici bir ziyaretçi olduğunu bilir. Ve evinin yani benliğinin sahibi olarak kalır ve neye inanacağına kendisi karar verir.
Eğer sürekli olarak duygularınızın gelgitleriyle boğuşuyor ya da tam tersi, hiçbir şey hissetmiyor gibi yaşıyorsanız, aynaya bakıp sormanız gereken tek bir soru var. "Tepki vermeyi ne zaman öğrenmeyi bıraktım?"
Artık duygusal savurganlığın tanımını yapabiliriz.
"Duygusal Savurganlık" kişinin duygusal kaynaklarını, enerjisini ve tepkilerini aşırı, kontrolsüz ve verimsiz bir şekilde kullanmasıdır. Sonuçta zararı bize ve çevremize olur.
Aşırı ve orantısız tepkiler vermek, küçük olaylara karşı bile büyük dramatik tepkiler göstermek, basit bir hayal kırıklığına karşı sanki dünya yıkılmış gibi hissetmek ve bu duyguyu dışa vurmak duygusal savurganlıktır. Kimi zaman farkında olmadan tepkiler veririz. Bunlar normal. Ancak bir yerden sonra “ben bunları neden yaşıyorum” diye aynı yörüngede dönüp durduğumuz zaman, içsel tepkilerimizin dışarıya nasıl yansıdığını görebiliriz.
Duygusal enerjimizi olayları sürekli analiz ederek, düşünerek ve yoğun tepkiler vererek gereğinden fazla tüketiriz. Bu durum da kısa sürede yorgunluğa ve tükenmişliğe yol açar.
Duyguyu sadece hissetmekle kalmayıp, onu herkesin görebileceği, onaylayabileceği bir şekilde dışa vurma zorunluluğu da yaşarız ki bu durum da sosyal hayatımızda ya da sosyal medyada sürekli olarak kişisel dramaları paylaşmak gibi davranışlarla kendini gösterebilir.
Kontrolü kaybettiğimiz zamanlar olur. Kendini bilen bir kişinin duygularını bir termostat gibi ayarlaması gerekir. Öfke anında patlayıcı olmak, üzüntü anında işlevselliği tamamen yitirmenin kimseye faydası olmaz. Kendini bilen duygularının kontrolünde değil , algılarını ve duygularını yönetendir.
Sonuçta kişinin kendi duygusal savurganlığı, çevresindeki insanların da enerjisini tüketir ve onları sürekli bir kriz durumunda yaşamaya zorlar.
Oysa gerçek güç, kriz anında çığlık atmakta değil, bir nefes alıp ne hissettiğini ne düşündüğünü ve nasıl algıladığını bilerek bilinçli bir seçim yapmaktadır. Bu merkezlenmiş tavır, duygusal olgunluğun zirvesidir. Aksi takdirde, hayatımızın kaptanı biz değil, anlık ve değişken ruh halimiz olmaya devam edecektir. Ve itiraf edelim, o gemi rotasını şaşırmaya mahkûmdur.











Yorumlar