SEN OLMASAN DA DEVAM EDECEK
SEN OLMASAN DA DEVAM EDECEK
SERKANT DERVİŞOĞLU
İnsanların yaptıklarını fedakârlık görmesi ne tuhaf değil mi? Bu eşsiz kibir göstergesi gözlerimi hep kamaştırmıştır. "Ben olmasam şuna sahip olamazdı, ben olmasam bu ortamlara giremezdi, ben olmasam bulunduğu yere gelemezdi" gibi saymakla bitiremeyeceğim saçma benlik iddiası... Adeta Tanrı'da bile olmayan bir durum değil mi, küçük prens?
İnsan güçlendikçe, etrafındakilerin onları pohpohlaması ile gelen kaypak zemin... Adeta bir güç zehirlenmesinin yaşattığı ruhsal reaksiyonlar... Enteresan bir şekilde ruhu da bu duruma karşı “ne oluyor” demiyor. Bunun onu ele geçiren bir mantar gibi kimyasını bozarak içten içe yok etmesine, seyirci bile kalmadan ona teslim oluyor. Bakınız Last Of Us dizisi... Oradaki mantar, milletin adeta yedi sülalesine küfür niteliğinde yaşamlarını yok etmesine sebep oldu, ama onlar sadece seyirci kaldı.
Bir şekilde o güç zehirlenmesi de onu ele geçirerek artık başka bir şeye dönüşmüş olduğundan, asıl hâli çok derinlerde bir köşeye atılmış bir yetim gibi orada küflenerek ölümü bekliyor; entübe edilmiş bir insan gibi...
Sen olmasan ne olacak? Hayat devam edecek tabii... Nasıl senden önce devam ediyorsa, aradan sen çıkınca da gayet güzel devam edecek. Evren boşluk kabul etmez. İnşallah yerine başka put gelmez de son olursun.
Biz de çok meraklıyız ama şimdi... Putperestliğe... Ya da menfaatçiliğe mi demeliyim? Arasında çok güzel ilişki olan bir inanç sistemi değil mi? İkisi de birbirinden harika besleniyor. İnançlı insanların bunu çok iyi kendi içinde manipüle ederek güzel bir hayat sürdüğü tarih boyunca görüldü. Zaten bu Tanrı çakması kibir abidesi insanlar da bundan çıkıyor. O boşluğu biz dolduramadığımız için manyağın birini tayin ediyoruz. Bu manyak da ezik zaten, fırsat bu fırsat bunların hoşuna gidecek şeyler vaat edeyim derken palazlanıp palazlanıp kendi mabedini inşa edip, artık senin yüzüne bile bakmaz hâle geliyor.
Şimdi sizin aklınıza hemen siyasi bir figür anlatıyorum gibi geliyor. Aslında hiç aklımdan bile geçmedi. Bahsettiğim bizim aramızdan, yer yer kendimizden... Bahsediyorum küçük prenses.
Kendimizi konumlandırdığımız yer birazcık yukarı çıksın — bu manevi de olabilir — başlarsın kaşınmaya. Hakikaten insan, içsel ve dışsal bir makamdaysa eğer ve onu hazmettiyse, onu anlayamazsın; bahsetmez bile. Giyimi kuşamından bile çözemezsin. Ama bir hâli vardır, duruşu vardır ki her şeyi anlatır, hissedersin, sana anlatır.
Mesnevî'de bir beyit var, Mesnevîhanlar bunu başlarken söyler. Belki daha önce yazmışımdır, hatırlayamadım:
“Tu megü mâra bedân şeh bâr nîst; bâ kerîmân kâr-hâ doşvâr nîst.”
Huzura varmak için bende tâkat yok deme, büyüklerle iş görmek zor değildir; gam yeme.
İşte bu büyükler de, manen bu hâli yaşayanların yanında durmak bile insana çok şey anlatır. Bunlar bir şey beklemez, tepeden bakmaz. Onlarla otururken adeta onlar yoktur orada; başka birinden bahsediyor gibi anlatırlar. Kendilerinden bahsetmezler, Hak olandan bahsederler, konuyu anlatırlar. Onların varlıklarından eser yoktur konuşmalarında, duruşlarında. Kibir, onların elbisesinin kiri bile olamaz.
Sanki bir masalın kahramanı gibi, değil mi?
İnsan olmak muazzam bir hadise, büyük bir mucize. İnanıyorum ki zor değil... Onu zorlaştıran bizim bitmek tükenmeyen Tanrıcılık iddiamız. Sürekli elde tutmaya çalışmamız... İşin saçma tarafı, bu kadar Tanrı varken sen niye bunun içinde savaşıyorsun? Hiç aklına gelmiyor mu, senin gibi milyarlarca var?
Eskiler der ki: "Nefsin ne istiyorsa tersini yap."
Al sana fırsat. Tersini yap işte.
Yorumlar