KÜÇÜK PRENS BİLGİ ÇAĞINDA KAYBOLURSA
KÜÇÜK PRENS BİLGİ ÇAĞINDA KAYBOLURSA
SERKANT DERVİŞOĞLU
Malum, hayat bilgi çağı. Çabucak ulaşabiliyoruz elhamdülillah, ne kadar şükretsek az. Rabbim teknolojinin kolaylığı vesilesiyle yağdırıyor. Çabuk ulaşıyoruz da ne oluyor sorusu: Ne işimize yarıyor bu kadar şey? Her şey hakkında konuşan gevezelere döndük.
Bu kadar bilgiye belli metotla gelmeyince filtreleme mekanizması da tam çalışmıyor. Kullandığımız aletlerde bile belli aralıklarla filtreleri temizleriz. İş öyle bir duruma gelmiş ki, filtre nedir onu da bilmiyoruz. Ne işe yarar?
Hiç unutmuyorum, eskiden muhabirler hayat kadınları kılığına girip yol kenarında durup gelen müşterilerle gizli röportaj yaparlardı. Adama sorardı: “Bende bulaşıcı hastalık var, sıkıntı olur mu?” “Korunmak için prezervatif taksan iyi olur,” gibi... Adamların dedikleri karşısında sen ayrı şok yaşardın. Ne olacak, atın ölümü arpadan olsun... Daha da kötüsü, takacağı lastiğin ne olduğunu bilmeyen bir güruh.
Hal böyle olunca bizim yaşam tarzımızda şu anda filtresizlik... Her hoşumuza giden bilgiye bir avuç tuzla gidiyoruz hafazanallah. Tabii sen bir filtre, metodoloji, talim terbiye gibi şeyler... Yorucu insana. Hemen olsun, hemen ulaşayım gibi bir hız ve performans hastalığımız var maalesef.
İyi de bu hız ne kadar önemli? Ve hep daha fazlası, daha da hızlısı... Hele bir de sabırsız bir yapınız varsa işler karmaşık. Bu da sizi hep oldu bitti, hedonist bir yapıya dönüştürüyor.
Haz peşinde koş da sonu yok ki bunun. Bir de esas problemler bitmiyor. Kendimi buldum diyorsun, her şeyi bilirim ve hallediyorum mutlak güven abidesi gibi avare avare gezerken, bir bakıyorsun ki oluşturduğun abide, narsist bir oluşumun içinde kendini içten içe yok eden bir şey haline almış.
Bir de bilgi edinerek bir şeyleri halledeceğim zannediyorsan, onun neticelerini de gördük. Ariflerin Kâbe’ye kitap taşıyan eşek sürüsünü örnek vermeleri boşuna değildi.
Sen sadece hangi sürüde kaçıncısın ona bak, anla durumunu. İyi tarafından bakılabilir tabii, ne de olsa Kâbe’ye gidiyoruz diye. Allah kendi lisanında “Beni an” diyor, sen niye eşek lisanında anıyorsun diye sorarlar adama değil mi küçük prens?
İnan, soruyorlar da, hiç öbür tarafa kalmıyor o işler. Üzülüyorum bir de söylemesi gerekenleri söylemeyip o tarafa bırakıyorlar ya işi. Öyle rahatlıyor. Halletmesi gereken şeylerin cesaretini bulamayınca ne yapsın? Hayat böyle yaşanmaz, bari öbür tarafa salayım diyor.
Burada söylemesi gereken şey deyince illa sorun yaşadığın kişiler için değil, kendi durumu atlatmanın, yüzleşmenin cesaretini kast ediyorum.
Velhasıl küçük prenses, sorunları çözmek için eğitim alma fikri güzel olsa da bilgi olarak kalması ve yaşamına geçirememen hiçbir şey ifade etmiyor. Hele hele tasavvuf eğitimi almak... Hadi alan alıyor da kim veriyor bunu parayla? Aklım almıyor.
Bana ciddi mantık hatası var gibi geliyor. Belli ki giden mevzudan haberi yok. Pseudo durum takınan arkadaşlar milleti silkeliyor.
Bu işler uzun yıllar aşkla yapılacak şeyler, bir yaşam biçimi, bir bilinç durumu ve yüksek farkındalık. Kendini geliştirme çabasına girmiyor. Var yok ve yokun yokluğu arasında kendini ve âlemi anlamaya çalışan bir seyr-i sülûk bu tasavvuf.
Açıkçası nereye varır bu işin sonu, onu bilemiyorum ama meşakkatli, kişiyi zorlayan ciddi bir ömür meselesi.
Ama bak, bekliyorum şunu Black Mirror dizisinde olduğu gibi, şakaklara bir algılayıcı takıp seni paralel evrene geçirip bir seansta Kutb-ül Aktab yapmalarını sabırsızlıkla bekliyorum. Bu alemden göçmeden şunu yaşayalım ya Rab.
Her ne öğreniyorsan değiş, değil mi? Değişmeden olmuyor. Din bizden değişmemizi istiyor. Sen de değiş artık, özgürleşmek için.
Diyebilirsin belki, “Özgürleşince ne oluyor?”
Bak sen şu şartlı kula...
Şartsız, şüphesiz, korkusuz, emin biri olursun belki.
Yorumlar