ALINDIN MI CİCİM BANA

ALINDIN MI CİCİM BANA 
SERKANT DERVİŞOĞLU 

Ben de isterim her istediğim olsun, hep pohpohlanayım, övüleyim, hamd-ü senalar bana olsun, alkışlanıp ellerde taşınayım. İster miyim? Yok, şimdi kimin eli bana değecek o da var, bak dikkat etmek lazım. Bu kadar övülme, omuzlarda gezdirilme hoş olmayan durumlara gebe bırakabilir. O yüzden biraz dikkatli olmakta fayda var ahirimiz için, değil mi küçük prens?
Prens ve prenseslerin işi de zor hakikaten. Sana kral ve kraliçe dışında pek kimse bir şey diyemez, dominant bir eşe denk gelmediğin sürece. Bunlardaki problem, her istediklerinin genelde olması. Yıllarca Buda’nın babası onu öyle yetiştirmedi mi? Saraydan dışarı çıkarmadı, fakir fukara görüp "bizim oğlanın psikolojisi bozulmasın, bu altından kafese bir pislik bulaşmasın" diye ne önlemler aldı. Allah’ın sevgili kuluymuş da bu ızdıraptan kurtuldu. Gerçek saadetin peşine düştü. Hem mevcut durumunu hem de ahirini kurtardı diye düşünüyoruz.
Buda'ya şöyle bakınca, açıkçası çok siyer tarzında okumadım ama hadislerine bakınca o hiç alınmadı, hiç gücenmedi, ağrına gitmedi bir şey. Biri ona itiraz ettiğinde yahut onu düzeltmeye gittiğinde bunu bir düşmanlık gibi algılamadı. Hiçbir rüzgâr onu sarsmadı ve toprağından koparmadı.
Belki de hiçbir toprağa kök salmamıştı veya çabası içinde olmadı mübarek. Gözyaşları sadece içine aktı, gönlünü yeşertti ve oradan büyük bir hayat ağacı doğdu; onu besledi sürekli. Hepimizde olan o ağacın tohumunu kurutmadı, sürekli besledi, büyüttü, yeni doğan çocuk misali. Sevinciyle coştu, acısıyla güçlendi, her türlü doğa olayı ile mücadele verdi.
Küsmedi, acele etmedi. "Ne oluyor?" diye aksiyona geçmedi; bekledi, dinledi, anlamaya başladı. Gerekirse birine danıştı. Belki de bütün bu yaptıkları bile ters tepti; o zaman bile sükuneti topladı, dengeyi bulmaya çalıştı. Akort yapan tanburi gibi ne fazla sıktı kopardı ne de gevşek bıraktı. Garip bir şekilde, akortlu ses kulağında vardı. Yıllardır süregelen tecrübesinden dolayı ne kadar sıkıp ne kadar gevşeteceğini, mevsimin, gece-gündüzün, saatin, o anki durumuna göre nasıl akorta çekeceğini biliyor gibiydi.
Eğer alıngan ve duygu durumu bozuk olsaydı, kendi iç dünyası kaos olduğu gibi etrafını da kendi bozuk durumuna sokardı. Sahte peygamber ve sahte şeyhlerin yarattığı etki ortada.
Bu iki örneği verince sadece bu iki örneği kastetmiyorum; çiftler arasında, gruplar arasında, arkadaşlarımız, ailelerimizin içinde bile fazlasıyla var bu durum. Bu arkadaşlara nasıl davranacağız diye alttan almaya çalışırken düştüğümüz kişiliksiz durum da apayrı bir kaos: Aman alınmasın, kırmayalım, küser şimdi...
Şimdi bir şey diyeceğim: Küserse küssün. Onu memnun edeceğiz diye kişiliksizleşemeyiz. Eğer demezsek, pohpohlarsak iki tane felakete sebep veriyoruz. Birincisi direkt bizimle alakalı; yani "kırılmasın" diyenle, yani seni kişiliksiz ve bukalemun kılıklı biri yapıyor. İkincisi de ona ne seni doğru tanıyor ne de yaptığının saçma olduğunu.
Bir gün sen patlıyorsun haklı olarak, o da diyor ki: "Sen böyle değildin." Evet, değildin, çok haklı. Kendinden o kadar çok taviz verdin ki... En azından o olduğu gibi davrandı.
Ama sen sürekli onu eleştirdin, "şöyle alıngan, hemen küsüyor" diye arkasından konuşup durdun. Ve her taviz verip arkanın döndüğünde kendini dışlanmış hissettin neden yapmam gerekeni yapmadım diye.
Söyle gitsin, tepkini ver; olmazsa olmasın hayatında.
Buda’nın yanında kimse yoktu.
Ama bir şey vardı: Yıllarca içine döktüğü gözyaşlarıyla büyüyen bir hayat ağacı.
Artık o koca bir hayat ağacıydı, gözyaşları ab-ı hayat.
Herkese yetecek kadar meyve veriyordu, kimseden esirgemediği karşılıksız sonsuz sevgisiyle.


 

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :